Göç ve Kentin Kesişiminde: Bir Çalıştayın Ardından*

Şevval Sude Şimşek**

4 Aralık 2023 

Türkiye’ye Göç ve Varış: Kentsel ve Mekânsal Yaklaşımlar adlı çalıştay 30 Eylül’de SU Gender ve Göç Araştırmaları Derneği ortaklığı ve AB Ufuk 2020 projesi ReROOT’un finansal desteğiyle gerçekleştirildi. Çalıştay, göçü kentsel bir perspektiften ele alırken özellikle varış alanlarına, ulusal ve kentsel entegrasyon politikalarına odaklandı. Sunumlar da bu bağlamda birçok örnek sunan Türkiye üzerinden ilerledi.

Kent ve göç etrafında şekillenen ve toplamda 12 sunumun yapıldığı çalıştayın ilk oturumunda öne çıkan kavram varış altyapılarıydı. Göçmenlerin varış deneyimini kolaylaştırıcı her türlü alanı kapsayan ve dil okulları, ibadet alanları, kafeler, restoranlar ve kuaförler gibi sosyal mekânları örnek olarak gösterebileceğimiz varış altyapıları İstanbul Fatih ve İzmir Basmane gibi yerel örnekler üzerinden incelendi. Bu oturumda söz alan Kristen Biehl, Marhabo Saparova, Feriha Nazda Güngördü, Cansu Akbaş Demirel ve İbrahim Soysüren varış altyapılarının bir yandan kentin belirli noktalarında göçmenleri yoğunlaştırdığına, diğer yandan da bu yoğunluktan doğan çeşitliliğin, ürün ve bilgi akışının göçmenlerin ilerleyen zamanlarda kentin farklı yerlerine dağılmalarında önemli bir rol oynadığına değindi. Tüm bu süreçte varış şehirlerinin farklı karakterlerinin göçmen deneyimleri üzerindeki etkilerinin altı çizildi. Örneğin Basmane, İzmir’deki göçmenler için bir yandan ilk geliş noktası, diğer yandan bir transit şehir ve Avrupa’ya geçiş kapısı olarak görülüyor, bunun sonucunda şehrin içinde barınan göçmen tiplerinde de çeşitlilik oluşuyor. Göçmenler ve göçmenlik deneyimleri siyasi ve toplumsal olaylar tarafından da oldukça etkileniyor. Bu bağlamda Mayıs 2023 seçimlerinin göçmenlere yönelik algıya etkisi veya Pandemi dönemi gibi birtakım olağanüstü durumlar sonucunda sınırların açıklığı ve kapalılığındaki değişimin göçmenlerin içinde bulundukları durumun belirsizliğine etkisi, üzerinde durulan noktalar oldu. 

Çalıştayın ikinci oturumu ise varış ağları ve dayanışma mekânları teması üzerinden ilerledi. Harran Üniversitesinden sosyolog Mahmut Kaya, Şanlıurfa örneği bağlamında kentlerin dinsel kimliğinin ve dini ağların göçmen davranışlarına etkisini incelediği sunumunda, şehrin özgün dinsel karakterine, muhafazakâr yapısına ve göçmenlerin menşei ülkesi ile olan etnik ve tarihsel yakınlığına dikkat çekerken; bu özelliklerin birçok göçmenin Şanlıurfa’yı varış şehri olarak belirlemesinde rol oynadığına değindi. Ardından Van 100. Yıl Üniversitesinden Semih Nargül, Van’daki Afgan mültecilerin “örtülü görünürlüğü” üzerine bir sunum yaptı. İlk sunumla paralel olarak burada da kentin özgün sosyal ve coğrafi yapısının göçmenlerin karar mekanizmalarına etkisi üzerinde durulurken, Van şehrinin sınırdaki konumu nedeniyle göçmenlerin güzergahında bir geçiş noktası, belirsiz süreli bir ara istasyon olarak farklı anlamlar kazandığı ifade edildi. Bu bağlamda uluslararası koruma statüsüne kısıtlı erişim, göçmenlerin aralarında kurdukları illegal ticari ağlar, çeşitli rekabet/düşmanlık ilişkileri ve sınır dışı edilme korkusu gibi etkenlerden dolayı Afgan göçmenlerin şehirde “örtülü” bir görünürlük sergiledikleri belirtildi. Oturumun son sunumunda Cosimo Pica ise kentsel dönüşüm süreci sonrası Tarlabaşı’ndaki belirli yerel gruplar için artan kırılganlığa ve dışlanmaya karşı kurulan; zor durumdakilerin ihtiyaçlarına yanıt verme, marjinalize edilmiş grupları birleştirme ve semtin yerlileri arasındaki dayanışmayı arttırma gibi amaçları olan Tarlabaşı Dayanışma adlı oluşumu ele aldı. Bu bağlamda dayanışma ağları da bir varış altyapısı olarak değerlendirildi. 

Üçüncü oturum geçicilik koşullarında varış ve farklı kırılganlıklar üzerinden ilerledi. İlk olarak Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yerinden edilmiş en büyük grup olan Ukraynalı göçmenlerin Viyana’ya varış sürecine ve deneyimlerine odaklanıldı. Bunun yanında Avusturya’nın özgün statüsünün ve tarihi mirasının ülkede geçici koruma statüsüyle bulunan Ukraynalı yerinden edilmiş göçmenler üzerindeki etkisine ve bu grubun Viyana’ya varışında sivil toplumun oynadığı önemli ama kırılgan role değinildi. Türkiye bağlamının dışında kalmasına rağmen yakın zamanda gerçekleşen kitlesel Ukraynalı göçünün ve Ukraynalı göçmenlerin Viyana’ya varış deneyimlerinin Türkiye’deki örneklerle paralellik göstermesi, sunuma çalıştayı tamamlayıcı bir nitelik kazandırdı. Bu sunumun ardından, afet sonrası hareketlilik örneği olarak Türkiye-Suriye depremleri sonrası mültecilerin ikincil yerinden edilme durumunu konu alan Kristen Biehl ve Didem Danış’ın sunumu takip etti. Bir göç sürecini yeni atlatmış olan bir kesimin ikincil bir yerinden edilmeyi nasıl deneyimlediğini tartışan sunumda mültecilerin belirsizlik, dışlanma ve görünmezlik gibi sorunlarla karşı karşıya kalmasıyla beraber grup içinde artan kırılganlık, umutsuzluk ve güven kaybına dikkat çekildi. Oturumun son sunumu ise Türkiye’deki kuir mülteciler üzerineydi. Meriç Çağlar, cinsiyetten sonra cinsel yönelimin de ayrı bir kırılganlık kriterine dönüştüğü bir bağlamda oldukça büyük bir önem arz eden dayanışmanın, kuir mülteciler arasındaki statü ve milliyet farklarından negatif bir şekilde etkilendiğinin ve Türkiye bağlamında kuir mültecilerin geçici koruma sahibi olmaları durumunda bile çoğunlukla kayıtlı oldukları illerin konumu nedeniyle ana dayanışma ağlarına uzak olduklarının altını çizdi. 

Son oturum ise yerinden edilmenin duyuşsal (affective) boyutuna odaklıydı. İlk sunumda Alexander Ephrussi duyuların bir araç olarak kentsel alanda göçmenleri nasıl yönlendirdiğini Türkiye’de herhangi bir statüsü olmayan Afgan mültecilerin tanıklıkları üzerinden anlattı. Yakın zamanda artan kontrol ve kısıtlamalara bu grubun hangi strateji ve duygularla cevap verdiğine, grup içinde artan paranoyaya, saklanma dürtüsüne ve kaderciliğe dikkat çekti. Son sunumda ise Francesco Pasta göç sonrası varış yerine karşı hissedilen veya hissedilemeyen aidiyet duygusunu tartıştı. Fikirtepe’de yaşanan kentsel dönüşümle ortaya çıkan ara mekânların göçmenlerin varoluşunda nasıl yeni anlamlar kazandığına dikkat çekti. Bu aidiyet duygusunun sınıfsal bir boyutu da olduğuna dikkat çekerken, aidiyette önemli bir yeri olan entegrasyonun Butler’ın cinsiyet bağlamı üzerinden incelediği performatif pratikler çerçevesinde de değerlendirilebileceğini belirtti. 

Toplamda dört oturumdan oluşan çalıştay, alanında yetkin akademisyenlerin gerçekleştirdiği sunumlar ve oluşturulan tartışma ortamı ile dinleyicilere güncel sosyal ve siyasi olayların da etkisiyle her geçen gün daha da önem kazanan göç olgusunu ve göç ile kent arasındaki ilişkinin çeşitli boyutlarını keşfetme imkanı verdi. Çalıştay boyunca göçün, göçmenin ve kentin farklı boyutlarına odaklanan çeşitli yerel ve uluslararası örnekler dinleyiciye konuya dair kapsamlı bir çerçeve sunmayı başardı ve bu alanda yapılacak yeni saha çalışmalarına olan ihtiyacı hatırlattı.

* GAR Blog'ta yayınlanan yazılarda görüşler bütünüyle yazarlara aittir, Göç Araştırmaları Derneği'nin görüşlerini yansıtmaz. 

**Şevval Sude Şimşek, GAR stajyeri ve Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğrencisidir.