“Şahitlik Etiği ve Akademik Sorumluluk” üzerine*

Göç Araştırmaları Derneği

25 Aralık 2023 

Zulmün, soykırımın, savaşın “en iyi şahidi” artık hayatta olmayanlar mıdır? Biz akademisyenler, sonradan gelenler olarak gerçeği aktarabiliyor muyuz?
 
18 Aralık Dünya Göçmenler Günü’nde GAR bünyesinde yaptığımız "Şahitlik Etiği ve Akademik Sorumluluk" başlıklı çevrimiçi seminerde, York Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nergis Canefe’yi dinledik. Bu seminerde, Prof. Canefe akademi ile yaşam arasındaki ilişkiyi yeniden güçlendirmenin etik bir sorumluluk olduğu savından başlayarak, bizleri, yalnızca şahit olmanın yeterli olmadığı ve hatta şahitlik iddiasının güç söylemine destek sağlayabileceği konusunda düşünmeye ve sorgulamaya davet etti. Bu kısa yazıda hem Canefe’nin görüşlerini özetlemeye çalıştık hem de sorularımı yazıya dökmek istedik.

Şahitlik etiğiyle ilgili metodoloji, “eylem araştırması” olarak bilinen ve karmaşık sosyal durumların anlaşılması yoluyla toplumların yaşam kalitesini artırmayı amaçlayan dönüştürücü bir yaklaşımla uyumludur. Bu tür bir araştırmaya katılımın önemi, toplumdaki farklı gruplar ve çektikleri acılar  hakkında farkındalık yaratmak için şahitlik etiği aşılamak değildir. Daha çok, adaletsizliği kabul etmekten uzaklaşmak, bilim insanları ve araştırmacılar olarak şahitlik etmenin kendisinden ortaya çıkabilecek maddi değişikliklerin olanaklarını düşünmektir. Şahitlik, bizi birbirimize bağlayan ve birbirimize karşı sorumluluklar yükleyen bir eylemdir. Pasif bir duruş değil, araştırmacıyı sarıp sarmalayan geniş toplumla aktif bir etkileşimdir. Sessizliğin tek seçenek olduğu ve acil iyileşme veya çözümlerin mümkün olmadığı zamanlarda, şahitlik etmek adalet için yakın zamanda başka bir ufuk belireceği umudunu sürdürür.

Şahitlik etiği hakkında konuşmak, tartışmak ve dersler vermek, tazminat kazanma veya haklara erişebilme gibi çabaların bireysel bir mücadele zemini olarak görülmesi fikrinden uzaklaşarak, şahitliği, etik duyarlılıkların ve daha büyük toplumsal endişelerin bilime entegre olduğu bir ortam olarak anlamanın önemini vurgular. Ancak bu potansiyelin gerçekleştirebilmesi için, ağır adaletsizliklere, ölüm, yıkım ve büyük yaralara dair tanıklıklarla yüzleşmek gibi zorlu süreçlerde doğrudan yer almak gerekir. Şahitlik, köklü toplumsal ayrımların ve travmaların tarihini anlamamıza olanak tanıyabilir. Bu strateji, farklılıkların ve diğerlerinin acısının basitçe tanınmasından öteye geçer ve bu durumları ilgilendiren pedagojik karşılaşmalar için alanlar açmaya çalışır. Benzer şekilde, öğrencilerimize şahitlik etmenin bir sorumluluk olduğunu anlatmak ve öğretmek, düşünce, pratik ve bilimsel ilişki kurma konusunda dönüştürücü potansiyele sahip etik duyarlılıkların gelişmesine katkıda bulunacaktır.

Bu bağlamda, toplumsal ve siyasi sorumluluğu ciddiye alan bir doğrudan etkileşim, şahitlik etiği açısından elzemdir. Bu konuda uzmanlaşmamız ve “veri toplama” yaklaşımlarımızda yaratıcı ve yenilikçi olmamız gerekir. Yaratıcı veri toplama yöntemleri araştırmacının, ayrımcılık, şiddet ve bireyler, gruplar, topluluklara karşı işlenen korkunç suçlar hakkındaki birinci elden deneyimleri ve tanıklıkları çözümlemesine olanak sağlayacaktır.

Bilim insanlarını, toplumun baskın sosyo-hukuki yaklaşımlarında doğrudan ele alınmamış toplumsal travmalara ve yaralara şahitlik etmeye yönlendirmenin altında yatan sebeplerden biri, hayat hikayeleri, tanıklıklar, dava belgeleri, raporlar, uzman tanıklık beyanları, röportajlar ve diğer doğrudan kayıt biçimlerini ortaya çıkarmak, toplamak, dinlemek, düşünmek ve incelemektir. Ancak bu uygulamalar genellikle bölünmüş toplumlarda veya süregelen iç savaşlar ve çatışmalardan etkilenen toplumlarda zor olabilir. Bu nedenle öğrenme ve güven toplulukları oluşturmak son derece önemlidir. Bu pedagojik yaklaşım, mevcut sosyal düzende henüz ele alınamayan adaletsizlik anlatıları hakkında doğrudan sorular sormak suretiyle harekete geçirilebilir. Bu soruların amacı, geniş toplumun en azından bazı kesimlerinin konuşmaya hevesli olduğu düşünceleri uyandırmaktır; böylece karşı kamusal alanlar oluşturulur ve kolayca kabul edilmeyen veya ifade edilmeyen konular gün yüzüne çıkarılabilir.

Ayrıca, bu türden topluluklar yaratıldığında, araştırma pratikleri yalnızca “ne yapabiliriz ki–sadece araştırma ve belgeleme” duygusunu aşar, "başka yollar olmalı ve var" ifadesini benimseyen bir inanç sistemi yönünde ilerler. Eldeki vakaları sosyal ve tarihsel adaleti siyasi ve etik terimlerle düşünmek için bir atılım noktası olarak kullanmak, genel ve yaygın şiddetin, acının ve travmanın bağlamı içinde çalışan bilim insanları için gereklidir. Peki, bizler göç alanında bunu yapabiliyor muyuz?

Öğrencilerimize, tarihsel travmalara ve süregiden haksızlıklara tam da bağlamında tanıklık etme olanağı sağlamalı ve onlara destek olabileceğimiz cesur ortamları oluşturmalıyız. Sorumluluk biçimi olarak şahitlik etmek değişime etki etme gücünü ve sorumluluğunu üstlenme anlamına gelir. Belgelemek ve şahitliğe hazır olmak, bir toplumsal, siyasal veya yasal sistemin eksikliklerini veya işlev bozukluklarını kabul etmenin ilk adımıdır. Bu tür etkileşim biçimlerini araştırmaya dahil etmek, henüz çözüme kavuşturulmamış bireysel ve toplumsal haksızlıklara şahitlik etmeleri istenen öğrencilerimiz için etik, pedagojik ve duygusal etkileri olan bir durumdur. Bilim insanları ve araştırmacılar olarak resmi şahitlik çerçevelerinin ötesinde hareket etme sorumluluğumuzu düşünmeli, muhtemelen dönüştürücü siyasi ve yasal uygulamalara yol açabilecek tartışmalara ve pratiklere dayalı ilerici pedagojileri gündemimize almalıyız.

Üniversiteler ve araştırma merkezleri ile “incelenenler” (araştırma nesneleri) arasında organik bağlantılı değişimlerin kurulması, özellikle haklar konusundaki bilinçlendirme alanında, gelişmiş ve yapısal olarak sürdürülebilir bilgi transferi ve uzmanlık çevirisinin artırılmasını gerektirir. Bu bağlamda, tanıklık etiği metodolojisi, öğrencilerimizin sistemik kötü muamele ve eşitsizliklerle doğrudan etkileşimde bulunma yeteneğini artırarak, insan acısı bağlamında sağlam bir adalet ideali tanımının peşine düşmesine yol açacaktır.

Prof. Dr. Nergis Canefe kimdir?

Prof. Dr. Canefe siyasi ve sosyal düşünce tarihi ve uluslararası ceza hukuku alanında uzmanlaşmış bir akademisyen, yazar ve sanatçıdır. 2003 yılından itibaren Kanada’da York Üniversitesi'nde fakülte üyesidir. Aynı zamanda Mülteci Araştırmaları Merkezi’nin asil üyesi ve Uluslararası Zorunlu Göç Çalışmaları Organizasyonunun son üç dönemdir eş başkanıdır. Altı kitabı ve yüze yakın makalesi bulunan Canefe, son dönemde vatansızlaştırma üzerine çalışmaktadır.
Prof. Canefe’nin bir araştırma projesi vesilesiyle kurduğu “insan acısını çalışmak” başlıklı web sitesi, acı, savaş koşulları, yerinden edilme, engellilik, statüsüz ve belgesiz insanlar, cezaevi sistemi, kitlesel şiddet mağdurları ve benzeri durumlarla ilgili çalışan lisansüstü öğrenciler ve araştırmacılar için tasarladığı önemli bir kaynakça sunmaktadır. Siteye bu linkten ulaşabilirsiniz.
https://sites.google.com/view/workingwithhumansuffering/home?authuser=0