Sally Hllouby*

2 Şubat 2024

Saat sabahın 4.17'si, 06 Şubat 2023; neler olup bittiğini gerçekten bilmiyorum; çığlıklar ve yerin sesini duyuyorum. Toprağın bir sesi var mı?

Ailemi bulmak için koşamıyorum; deniyorum, atlıyorum, düşüyorum, aileme bakıyorum, onlar da bana bakıyor. Anlamıyoruz, aşağı inelim diyorum. Bekliyoruz.

Yerin sesi azaldıktan sonra önemli olanları almaya çalışıyoruz; koşuyoruz, ceketlerimizi almaya çalışıyoruz. Koşuyoruz. Kapıyı görüyorum, ulaşmaya çalışıyorum. Düşüyorum.

 

Annem yanımda, beni çekiyor ama ben yere yığılıyorum. Kim olduğumu bilmiyorum. Gerçekliği anlamıyorum. Yerde kalıyorum.

Ertesi gün oldu ve yapılacak en doğru şeyin ne olduğunu bilmiyoruz. Bekliyoruz. Saat 13:24 ve yer yine çığlık atıyor. Bu bizim hatamız mı? Bekliyoruz.

Bir sığınak bulmaya çalışıyoruz ama her yer çok soğuk. Kaçmalı mıyız? Yol kapalı. Bekliyoruz.

Birkaç gün sonra, o kadar yüksek olmasa bile yerin çığlık atmaya devam edeceğine karar veriyoruz. Duyuyoruz. Ürperiyoruz.

Bir hafta geçti, hala duyuyoruz, evin bizim olduğunu hissetmiyoruz artık; uzaktan bakıyorum. Bunun da düştüğünü görecek miyiz? Bakıyorum. Bekliyorum.

Bir kez daha evin içindeyim. Fotoğraf makinemi aldım. Her şey kaybolacak olsa bile onu kaybetmek istemiyorum. Bu tanıdık, diyorum kendi kendime. Kaçıyoruz.

 

 

İlk hafta ailemle kaldım ve hiçbir arkadaşımı görmedim.  Arkadaşlarım da aileleriyle meşguldü, olmayanlar da bir sığınakta sarhoş oluyordu; onlarla ilişki kuramıyordum, ama aynı zamanda kim olduğumu da bilemiyordum, o zaman kiminle nasıl ilişki kuracaktım?

Yolların iyi olduğunu öğrendikten sonra kaçtık. Ailece gittik. Birbirimize baktık ve hepimizin tek bir şey düşündüğünü biliyordum, evet, güvenli bir yere gideceğiz ama bir insan hayatına kaç kez sıfırdan başlamalı?

 

Yoldayken kalacak yerler ve yardım edebilecek kuruluşlar aradım. Hiçbir kuruluştan yardım alamadım ama Instagram'daki Türk arkadaşım bana ulaştı ve tanıştığım en nazik insanla, Evrim'le bağlantı kurmamı sağladı. Evrim 10 saat boyunca belediyelerle konuşmaya çalıştı. Bana ve aileme yeni şehirde kalacak bir yer bulmaya çalıştı. Yeni şehre vardığımızda herkes çok iyi ve yardımseverdi. Ben ve ailem birbirimize bakıp bunun nedenini soruyorduk. İlk defa kendimizi gerçekten eskisi gibi "Yabancı" hissetmiyoruz. Yeni şehirde bile her şey manasızdı; hiçbir çatı altında kalmaya tahammül edemezken hepimizde gerçeklik duygusu değil, hayatta kalma durumu vardı.

 

Aradan bir ay geçti; geri dönmek için toplanıyoruz. Arkadaşlarımız geri dönmenin güvenli olmadığını söylüyor ama bu boşlukta daha ne kadar kalabiliriz?  Gaziantep'teki Suriyelilerin Facebook paylaşımlarını okuyoruz, aldıkları yardımlardan ama ırkçılıktan dolayı yaşadıkları sorunlardan bahsediyorlar. Instagram'ımı açıyorum ve göçmenlerin Suriye'ye geri gönderilmesini isteyen insanlar görüyorum çünkü artık onlara yer yok. Suriye'de depremi yaşayan insanlara bakıyorum, onların da ne yiyecekleri, ne de gidecek veya barınacak yerleri var, çünkü hiçbir yardım ve kurtarma ekibi onlara ulaşamadı.

İnsan dostum, bu kaosu birlikte yaşadık; şimdi birlikte iyi olmamız gerekmez mi? "Yabancı” hissetmemek için bir doğal afet gerekti ve onu geri getirmek için biz insanlar gerektik. Burada gördüm: Yaşamak için kalabilecek bir insan ve kaderine gönderilmesi gereken diğer insan.  Geri dönüyoruz ve Gaziantep'i üzgün ama inatçı görüyorum.

 

 

Gaziantep'e döndüğümüz ilk ay çok gürültülüydü, normal hayata dönmek istiyorsunuz ama dönemiyorsunuz; zihniniz size bunları tekrar yaşayabileceğimizi hatırlatıyor. İnsanlar için yardım sunan çok sayıda web sitesi gördüm: terapistler (Arap terapisi) ve akademisyenler (Sosyal Bilimler Dayanışması). Ama biz uyanık kaldık, her zaman birbirimizle kaldık ve tanıdığım tüm insanlar da aynısını yaptı. Her yeniden toplanmada acil durumlara karşı ceketlerimizi üzerimizde tuttuk. Avizenin ışıklarının hareketini izlemek için tavana baktık ve her beş dakikada bir mobil deprem uygulamasını kontrol ettik.

Geri döndüğümüz anda adaptasyon aşaması başladı ve şu ana kadar ilk hatırladığım, adaptasyon aşamasını durdurmaya çok ihtiyaç duyduğum; bir adaptasyona ihtiyacımız olduğunu kabul edemediğim; herkesin ve her şeyin normale dönmesini istediğim. Korkularımızı silmek ve olabildiğince hızlı bir şekilde yeniden başlamak isterdim. Herkes işine ve okuluna geri dönsün, ben de her zamanki kafeme geri döneyim isterdim. Hayatımızda sürekli yaşanan bu duraksamalara daha fazla gün ayıramayacağımı anlamıştım.

 

Radwa Ashour'un Granada Üçlemesi adlı romanının son sayfası: son cümleler şöyle:

- Gitmekten başka seçeneğimiz yok

- Eğer ailemi ve evimi onlara bıraksaydım, limana varamadan ölürdüm...

 

Bir yıl sonra hala deprem uygulamamızı kontrol ediyoruz ve hala birkaç haftada bir 4.17'de uyanıyorum. Burası ilk kaçış yerimiz olmasına rağmen, birçoğumuz bu şehri terk ettik ve birçoğumuz da ülkeyi. Her birimiz gitmeyi düşündük ve hala düşünüyoruz. Gidenler hayatın anlamlarından birini derinden kaybettiler: bir ev, bir insan ya da güvende olma hissi. Kalanlar ise hayatın anlamını terk etmeyi seçemedikleri için kaldılar. Bu istikrarlı hayatı tekrar kazanmaya çalışmak çoğumuzu korkutuyor ve burada, Gaziantep'te Suriyeliler arasında yaratılan topluluk, başka bir yerde sıfırdan tekrar yaratılması zor bir şey. Ne birlikte yeniden ev duygusunu bulduğumuz insanları bırakabiliriz ne de anılarımızı yeniden inşa ettiğimiz evi terk edebiliriz. Burada, bu şehirde, yeniden denedik.

 

 

*Sally Hllouby, Halep doğumlu Suriyeli bir film yapımcısı, araştırmacı ve sanatçıdır. Anadolu Üniversitesi Sinema ve Televizyon programında yüksek lisans öğrencisidir. Sally, göç ve belgesel film yapımına odaklanan araştırma projeleri üzerinde çalışmaktadır. Yakın zamanda Reel Border projesiyle katılımcı film yapımı araştırmasına katıldı ve Çukurova Üniversitesi Radyo TV ve Sinema programında 23 öğrenciden oluşan bir atölyeye ortak eğitim vererek 2022'de mezun oldu. 2013 yılından bu yana farklı film projelerinde yer alırken Türkiye'deki sanat sergilerine katkıda bulundu.

 

**Kullanılan görseller yazarın kendisine aittir.

***GAR Blog'ta yayınlanan yazılarda görüşler bütünüyle yazarlara aittir, Göç Araştırmaları Derneği'nin görüşlerini yansıtmaz.