GAR Blog Kitap Değerlendirmesi: Yedinci Adam; Avrupa’da Bir Göçmen İşçinin Hikayesi
Berhudan Şamar*
29 Şubat 2024
John Berger ve Jean Mohr (2018). Yedinci Adam: Avrupa’da Bir Göçmen İşçinin Hikayesi, Çeviren: Cevat Çapan. Metis Yayınları.
Yedinci Adam, Avrupa’ya çalışmaya giden göçmen işçilerin hikayelerini sarsıcı bir gerçeklikle anlatan bir yolculuk kitabı. Kitap boyunca, evi ve yurdundan kopmak zorunda kalan kişilerin menşei ülkedeki yoksulluk halleri gerçekçi panoramalar ve hikayelerle okuyucuya sunuluyor. Aynı zamanda, göçmen işçilerin yabancı bir ülkede başuçlarını ve zihin dünyalarını saran fotoğraflar ve nesnelerle “geçmişin ve şimdinin dünyasında” bizi içsel ve dışsal bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculuk, zorunlu istikametin başlangıcı olan ana yurttan yola çıkış ile başlayıp çeşitli prosedür ve testlerden sonra emek piyasasındaki iş yaşamıyla devam ediyor ve son olarak nostaljik bir özlemin vuku bulduğu ve aidiyet sınırlarının bulanıklaştığı geri dönüş mefhumuyla son buluyor.
John Berger’in yazıları ve Jean Mohr’un fotoğrafları ile oluşan kitabın yola çıkış bölümündeki şiir bir metafor olmanın ötesinde Almanya ve İngiltere’deki her yedi işçiden birini tanımlıyor. Avrupa ekonomisi için önemli bir insan kaynağı olan göçmen işçiler Avrupa pazarının ucuz iş gücü ve güvencesiz iş alanında kalıcı veya geçici bir şekilde istihdam edilmişlerdir. Berger kitapta, ekonomik sistemin bir kişinin göç kararını nasıl etkilediğini yeni sömürgecilik perspektifiyle açıklamaktadır. Ona göre yeni sömürgecilik sistemi az gelişmiş ülkeleri yalnızca soymamakta veya sömürmemektedir. Aynı zamanda yoksulluğun mirasçısı olan göçmen işçiler için az gelişmişliğin eksik olan dinamizmi de bir çekim oluşturmaktadır. Bir başka deyişle Berger, göçmen işçiyi göçe zorlayan şeyin salt bir yoksulluk olmadığını bize anlatmaktadır. Göçmen işçi göç kararıyla içinde bulunduğu durgunluk ve ölüme benzeyen hayattan çıkıp yarım kalmış tarihsel bir değişimi de tamamlamak istemektedir. Ancak Berger, göçmen işçinin kendi isteğiyle yaptığını düşündüğü bu göç kararının temelinde aslında kendisinin veya karşılaştığı kişilerin de farkında olmadığı bir tarihsel zorunluluğun belirleyici olduğunun altını çizmiştir. Bu yüzden göçmen işçinin hayal ve arzularının maddi ve manevi belirleyicisi olan göç serüveni aslında başkalarının gördüğü düşten ibaret olmaktadır.
Berger, makro bir analizle göçmen işçinin bireysel olarak düşlediği hayata erişmek için yaptığı göçün aslında yeni sömürgecilik sisteminin görünmez bir boyutunu oluşturduğunu vurgulamaktadır. Berger, göçmen işçilerin göç ettikleri yerlerde insan olarak değil de makine gözcüleri, süpürücüler, kazılar, harç karıcılar ve siliciler olarak görüldüklerini, göçmen işçilerin insan vasıflarını tekrardan kazanabilmeleri için yurtlarına dönmelerinin gerektiğini belirtir. Yeni sömürgecilik sistemi için göçmen işçi yaşayan, hayal kuran, arzu eden, gelecek planları olan biri değildir. Onlara Avrupa ülkelerinin ekonomisi için ‘ulvi’ olarak biçilen değer ölümsüzlüktür. Çünkü göçmen işçinin yerini alabilecek yığınla işçi bulunmaktadır. Bu yüzden göçmen işçiler doğmayan, yetiştirilmeyen, yorulmayan ve ölmeyen kişilerdir. Onların bu dünyada tek işi vardır: o da çalışmak. Berger’in oldukça karamsar ve bir o kadar gerçekçi bir biçimde resmettiği göçmen işçilerin durumu Avrupa’daki sistemin bir ekonomi-politik heyulasını bize göstermektedir.
Berger, bir hayal ve düş olarak tahayyül edilen Avrupa’da, göçmen işçilerin ayrımcılığa da maruz kaldıklarını ifade etmiştir. Kitabın yazılmasının üzerinden uzun yıllar geçse de göçmen işçilere karşı kullanılan ayrımcılık söylemleri ve stereotipler hep aynı kalmaktadır. Egemen sınıflara göre göçmen işçi, onların parasını ve evini alan (elinden gelse her şeylerini alacak olan) kişidir. Göçmen işçilerin yerli işçi ve vatandaşlarla karşılaşma mekanları ve toplumsal temasları sınırlı olmasına rağmen onlar için üçüncü dünyadan gelip kendi refahlarını çalan kişilerdir. Berger, göçmen işçilere karşı geliştirilen stereoptiplerden bahsederken sınırlı olan mekanlara, karşılaşmalara ve etkileşimlere de değinmiştir. Göçmen işçi için ayrımcılık, çalıştığı işyerindeki bir yerli işçiden, alışveriş yaptığı bir marketten, eğlenmeye gittiği bir kulüpten, ülkedeki son çıkış kapısı olan gümrüğe kadar bir dizi süreç ve kişi barındırmaktadır.
İşveren ve sendikalar arasındaki anlaşmazlıklar ve üretimin sekteye uğraması ihtimali göçmen işçileri ‘ideal’ işçi konumuna getirir. Çünkü göçmen işçiler fazla mesai yapmaya, gece vardiyasında çalışmaya hazırdırlar. Belki de en önemlisi göçmen işçiler proleter bir siyasal bilinçten de uzaktırlar. Eğer göçmen işçilerden bir işçi önderi ortaya çıkarsa kolayca sınır dışı edilebilir. Berger, burada göçmen işçileri savunacak bir işçi sendikasının olmayacağını iddia eder. Ona göre yerli işçi göçmen işçiyi daha aşağıda bir konumda görür. Onlara göre göçmen işçi tekinsiz ve tanınmayan bir yaratıktır. Elbette ki yerel işçiler ve göçmen işçiler arasındaki gerginlikler yönetici sınıfının işine gelen bir durum yaratmaktadır. Berger’e göre buradaki en temel motivasyon yerel işçi için tehlikenin hem yukarıdan hem aşağıdan geliyor oluşudur. İşçi sınıfı patronlara karşı kuşkuyla bakmasının yanı sıra daha aşağı bir konumda gördükleri göçmen işçilere karşı da ayrıcalıklarını korumaya girişeceklerdir. Bu nedenle yerli işçi taleplerini ekonomik isteklere indirgeyen siyasal kimliğini yitiren bir sınıfa dönüşür.
Göçmen işçinin her zaman zihninde taşıdığı kalıcı veya geçici bir dönüş vakti vardır. Göçmen işçi kendisi için hem gündelik eşyaların konduğu hem de bir hafıza kutusu olan bavuluyla dönüş trenine bindiği zaman yabancı topraklarda yitirdiği birçok şeyi geri kazanır. Bağımsızlığı, erkekliği, evinin adresi, sesi, sevme itkisi ve yaşlanma hakkı kendisine geri verilir. Berger, göçmen işçiye bunları veren şeyin çıktığı yolculuğun doğrultusu olduğunu söyler. Göçmen işçinin yola çıkışı, iş süreci ve dönüşü bir masal gibidir. Ancak temelli dönüş, belki de anlamsız olabilecek bu masala anlam katan en önemli şeydir. Göçmen işçi geri döndüğünde pek değişmeyen bir şeyler olduğunu görür ve hala anayurdunda geçimini sağlayacak bir iş bulunmamaktadır. Köy onun için hiç değişmese de o artık gibi hiçbir zaman bıraktığı köyü eskisi göremeyecektir. Çünkü artık ona başka bir gözle bakmakta, o da gördüklerini başka bir şekilde görmektedir. Berger’e göre göçmen işçi için belki de en önemlisi, yurduna saygınlığı yüksek biri olarak dönüyor oluşudur. Bütün bunlara rağmen, göçmen işçi hem Avrupa’da hem de köyünde yertsiz-yurtsuzlaşmıştır. Zaman ve mekân içinde artık o adsız biridir; adı sanı olmayan bir geçmişin, şimdiki zamanın ve geleceğin yitirilmiş bir karışımından ibarettir.
Sanayileşmenin hızla arttığı 1960’larda Avrupa ekonomisinin ihtiyaç duyduğu göçmen işçi tasviri kitapta oldukça başarılı bir şekilde yansıtılmıştır. Kırsal kesimlerden Avrupa metropollerine olan göç, sosyo-kültürel farklılıklar, dil zorlukları ve toplumsal cinsiyet farklılıklarından dolayı göçmen işçilerin yerel toplumla ilişkilenmesini sınırlayan koşullar yaratmıştır. Kitap boyunca göçmen işçinin geçmişi ve bugünü arasındaki mekânsal, ekonomik, kültürel ve toplumsal farklılıklar başarılı bir şekilde konu edinmiş ancak göçmen işçilerin sesi oldukça sınırlı bir şekilde duyulmuştur. Bir başka deyişle madunun konuşamadığı ya da çok az konuşabildiği sessiz ve alegorik bir anlatı tercih edilmiştir. Avrupa sermayedarları için sürekli üretilen bir meta, Avrupa vatandaşları için refahlarını çalmaya çalışan tekinsiz ve kriminal bir öteki olan göçmen işçinin işverene, yerel işçilere ve vatandaşlara ilişkin duygu ve anlam dünyasının nasıl inşa olduğunu kendi anlatıları üzerinde oldukça sınırlı bir şekilde duyabiliyoruz. Oysa, göçmen işçinin öfkesinin, sinmişliğinin, hayal kırıklığının, çaresizliğinin, mutluluğunun, gücünün veya güçsüzlüğünün, sesinin veya sessizliğinin görünür kılınması öznenin daha fazla konuşmasıyla mümkün olabilirdi.
Göçmen işçilerin sürekli olarak yeniden üretilen metalar olduğu günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. ‘Metalara’, emek piyasasının ağır çalışma şartlarına, esnek ve güvencesiz çalışma koşullarına rağmen sahip oldukları beden-kol güçlerinden dolayı sürekli ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak dönüşen ekonomik-politik sistem Berger’in tanımladığı ve hakların sınırlı olduğu beden-kol göçmen işçi istihdamından farklı olarak günümüzde beyaz yakalıların çoğunluğunu oluşturduğu beyin işçilerinin de göçünü beraberinde getirmektedir. Az gelişmiş ülkelerdeki ekonomik ve politik belirsizlikler ve kırılgan ekonomik durumlar Avrupa’ya olan göçü sürekli kılmaktadır. Ancak günümüzdeki beyaz yakalı göç, kitapta tasvir edilen göçmen işçi profilinden oldukça farklılaşmaktadır. Avrupa’ya göç etmek isteyen beyaz yakalı işçilerin sosyo-kültürel seviyeleri, eğitim düzeyleri, dil becerileri, yerel toplumla artan düzeyde ilişki ve etkileşimleri Avrupa’daki göçmen işçi istihdamını ve toplumsal algıyı farklı şekillerde etkilemektedir. Artık yakası beyaz olan göçmen işçi, Avrupalılar için refahlarını kendi ülkelerine götüren kişiler olarak değil de refahlarının ‘zorunlu’ ortakları, politik ve toplumsal konumları belirgin ve görünür olan ‘ötekilere’ dönüşmüşlerdir.
Berger’in bahsettiği “tarihsel zorunluluklar” günümüzde eğitimli, vasıflı ve kentli olan beyaz yakalı işçinin göç kararını katı ve keskin sınırlarla belirlememektedir. Bir başka deyişle beyaz yakalı işçi, göç kararını tarihsel zorunluluğun esnek sınırlarında almaktadır. Eğitimli ve kentli olan beyaz yakalı göçmen işçinin göç ettiği yerle göç edilen yer arasında kopukluk günümüzde oldukça sınırlı olmaktadır. Tüketim toplumunun neoliberalizmle birlikte ortak tüketim kalıpları ve imaj dünyası yarattığı küresel dünyada geçmiş ve şimdi arasındaki transfer ve geri dönüş keskin sınırlarla ayrılmamıştır. Mekanlar, ürünler, kentler ve yapılar göç edilen yer ve bırakılan yerlerdeki ortaklaşan paydalar olmaktadır. Ancak iyi bir refaha ve yaşam standartlarına kavuşmak için yapılan göç, vasıfları ne olursa olsun göçmen işçiler için Avrupa sokaklarında hala göçmen heyulasıyla sarmalanmış ekonomik, toplumsal ve politik bariyerlerle doludur.
*Berhudan Şamar, Hacettepe Üniversitesi’nde doktora eğitimine devam ediyor. Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde sosyal çalışmacı olarak görev yapıyor. Ülke içi yerinden edilme, göç, bağımlılık ve etnik çatışmalar alanlarında akademik çalışmalar yürütüyor.
**GAR Blog'ta yayınlanan yazılarda görüşler bütünüyle yazarlara aittir, Göç Araştırmaları Derneği'nin görüşlerini yansıtmaz.
Kaynak gösterme önerisi: Şamar, Berhudan. "Kitap Değerlendirmesi: Yedinci Adam; Avrupa’da Bir Göçmen İşçinin Hikayesi". GAR Blog. 29 Şubat 2024