Gizem N. Ezme***

8 Mart 2024

5 yıl önce Özbekistan’dan Türkiye’ye gelen 33 yaşındaki Zehra ile Ankara’da Özbek yemeklerinin yapıldığı ve genellikle Özbekistan’dan gelen ev işçisi kadınların buluştuğu bir kafedeyiz. Görüşmemizin ardından, izin günleri için tutukları eve gidecek diğer ev işçisi arkadaşlarıyla. Zehra, belki bildiği bir mekân olmasının rahatlığıyla belki de onun hikayesinin merak edilmesinin heyecanıyla anlatmaya başlıyor, ne zaman geldiğini, göç etmeye nasıl karar verdiğini, ilk işini, şimdiki evini...Neden yaşlı bakımını tercih ettiğini sorduğumda tüm neşesi kaçıyor. Buruk bir ifadeyle, “Çocuk bak, gençsin dedi, çocuk bakamam dedim...Önce ben hasta baktım, hasta bakarım dedim öyle... Ben istemedim...Çocuk bakmak zor değil de mesela benim çocuğum var ya çocuğa bakınca kendi çocuğumu özlüyorum. O yüzden çocuk tercih etmedim. Olmaz dedim, yapamam dedim” diyor. Pek çok göçmen kadın için daha iyi bir gelecek umuduyla alınan kararlar, geride kalan aile üyelerine duyulan özlemle gölgeleniyor. Sadece Zehra değil, görüştüğüm tüm göçmen kadınlar benzer şekilde hasret yükünden bahsettiler. Kaçırılan doğum günleri, sofrada boş kalan sandalyeler, kaybedilen yakının ardından tek başına tutulan yaslar... En nihayetinde hayat herkes için tercihlerden oluşuyor ancak eşit ya da adil olmayan seçenekler arasından yapılan tercihler. Dünyanın birçok yerinde göçmen kadınlar, başkalarının evlerinde çalışmak için kendi evlerinden ayrılıyor. Eski Sovyet ülkelerinden Türkiye’ye göç eden bakım işçisi kadınlar için de göç, birçok müzakereye dayanıyor. Yapılan müzakereler sonucunda daha iyi yaşam şartlarına ulaşabilme umudu, geride bırakılanlara duyulan özlemin duygusal maliyetine bir biçimde galip geliyor.

Geride kalan sadece aileler değil. Eski Sovyet ülkelerden gelen göçmen kadınların çoğu yüksek eğitimli. Hukuk bitirmiş, eczacılık okumuş, öğretmen olmuş kadınlar. Neredeyse tamamı Türkiye’ye ev işlerinde çalışmak için geldiklerini anlatıyor. Kimi kendisinden önce göç etmiş ablasından, teyze kızından ya da komşusundan duyuyor kimi yaşadığı yerdeki bir firmanın Türkiye’de çalışacak bakıcı kadın aradığını öğreniyor. Geliş amaçları, aileyle birlikte yaşayacakları bir ev almak, çocuklarının iyi okullarda okuyabilmesi için para kazanmak, memlekette kalan ve hiçbir gelir kaynağı olmayan ailelere destek sunmak gibi çeşitli nedenler olsa da hepsinde ortaklaşan nokta yaşam koşullarını iyileştirme umudu.

Çoğu vize muafiyetinden faydalanarak ya da turist vizesi alarak geliyor. Türkiye’yi tercih etmelerindeki önemli nedenlerden biri de vize kolaylığı ve coğrafi yakınlık. Gürcistan, Özbekistan, Kırgızistan, Azerbaycan gibi ülkelerinin vatandaşları, Türkiye 90 günlük vizesiz giriş hakkına sahipler. Bu geride kalan aile üyelerini görebilmeleri için de bir fırsat. “Yakındı Türkiye, biliyorduk”, “bizim oradan çok giden vardı”, “istediğim zaman çocuklarımı görebileceğimi düşündüm” şeklinde açıklıyor çoğu Türkiye’yi tercih etme nedenini. Göçmen kadınlar yola çıktıklarında Türkiye hakkında bilgi sahibi olsalar da dil bilmemek, aynı evin içinde hiç tanımadıkları insanlarla yaşayacak olmak, ailesinden ayrı kalmak gibi birçok endişeyi de taşıdıklarını anlatıyor. Castles’ın (2022) da belirttiği gibi “göç büyük umutlar ve derin korkular doğuru(yo)r”.

Göçmen kadınlar, ailelerinin temel geçim kaynağını sağlayan kişiler olmalarına rağmen ne yazık ki hane içindeki cinsiyet rollerinde büyük dönüşümler yaşanmıyor. Geride kalan çocukların bakımını (baba çalışmasa dahi) neredeyse her zaman babaanne, anneanne, yaşça büyük olan kız çocuğu ya da hala, teyze gibi yakın kadın akrabalar üstleniyor. Türkiye’de kazandıkları parayı göçmen kadınlar, genellikle çocuklarının eğitim, düğün masrafları, satın alınan evin taksitleri ya da yetişkin çocuklarının ve torunlarının geçimini desteklemek için memleketlerine gönderiyorlar. Göçmen kadınlar için, anneliğin ulusötesi boyutunda iyi bir anne olma kimliği, para kazanma eylemi ile örtüşüyor. Parrenas'ın (2015) da ifade ettiği gibi, geride bırakılanlara doğrudan sunulamayan sevgi ve özenin, maddi kaynaklar aracılığıyla telafi edilmeye çalışılması, ulusötesi aile yapılarında yaygın bir strateji olarak beliriyor.

 

Kadından Kadına, Yerliden Yabancıya: Türkiye’de Bakım İşlerinin Göçmen Kadınlara Devri

Ne daha iyi yaşam şartları için başka ülkelere göç edilmesi ne de göçün kazanımlar kadar kayıplar getiriyor oluşu yeni bir durum. Türkiye’de ev içi işlerde yabancıların çalıştırılması da uzun bir tarihsel sürece dayanıyor. Özbay (2015), tarihsel süreçte ev hizmetlerindeki değişen özneleri köleler, evlatlıklar, gündelikçiler ve yabancı işçiler şeklinde sıralıyor ve ortak özelliklerinin göçmen olmak olduğunu vurguluyor. Ev işleri ve bakım ihtiyacının büyük bir kısmı genellikle kadınlar ve kız çocukları tarafından yerine getirilirken bu görevler, kadınların doğal eğilimleriyle ilişkilendiriliyor ve aile içinde sevginin somut bir ifadesi olarak görülüyor. Aile içindeki kadınların sorumluluğuna bırakılan ev ve bakım işleri zamanla değişime uğrasa da devlet politikaları geleneksel aile yapısının sunduğu ücretsiz emeğin teşvik edilmesine yol açıyor.

Bakım işinin aile, piyasa ve kamu arasındaki paylaşımı devletlerin refah rejimleri ile yakından ilişkiliyken Türkiye’de aile, refah rejiminin daima merkezinde yer almış ve hatta sosyal politikalar, aile yapısının güçlülüğü ve birbiriyle dayanışma inancı doğrultusunda şekillenmiştir (Rittersberger-Tılıç ve Kalaycıoğlu, 2017). Toplumun çoğunluğu yaşlanmayı ve yaşlı bakımını sosyal bir sorumluluktan ziyade ailenin görevi olarak görmeye devam etse de bakım hizmetlerinin piyasadan karşılanmasına ve dolayısıyla göçmen işgücüne yönelik artan talep aile ve kamunun bakım hizmetlerinde azalan veya değişen rolünü gösteriyor. Neoliberal yeniden yapılanma ile değişen refah rejimleri, çocuk ve yaşlı bakımında büyük rolü olan geleneksel aile yapılarının yıkılması, yaşlanan nüfus ile ortaya çıkan yeni demografik eğilimler ve yerli kadınların istihdama katılımının artması bakımın piyasadan karşılanma eğilimini arttıran nedenlerin başında geliyor.

Hane içindeki bakım işi ve ev işleri dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de ucuz işgücü olarak göçmen kadınlara devrediliyor. Ancak ev içi emeğin toplumsal cinsiyete dayalı biçimi aynı kalıyor ve üst ve orta sınıf kadınlar ev ve bakım işlerindeki sorumluluklarını ücret karşılığında ev emekçilerine aktarıyor. Yerli ev işçilerinin yaşamları özel aile meseleleri etrafında şekillenirken kendi ailelerine yönelik sorumlulukları, bedenleri ve emekleri genellikle ataerkil güç tarafından sınırlanıyor ve ataerkil kontrolün bir uzantısı olarak yerli ev işçileri genellikle günübirlik işleri tercih edip çoğu zaman yatılı işlerde çalışmıyor (Akalın, 2007). Ataerkil kontrolün, kadının ücretli emeğine karşı olan direnci, kadının cinsel yaşamına ve itibarına, aynı zamanda erkeğin onuruna yönelik algılanan potansiyel tehditlerden türerken kadınların gerçekleştirebilecekleri iş çeşitliliği ve çalışabilecekleri ortamlar üzerinde önemli kısıtlamalar getiriyor (Özyeğin, 2005).

 

İkircikli Bir Koza: Evlerde Ücretli Yaşlı Bakımı

Göçün umut ve korku ikilemi, çalışılan evlerin ikircikli yapısında devam ediyor. Kimi zaman yerli ev işçilerinden daha düşük ücretlerle kimi zaman yerli ev işçilerinin yatılı işlerde çalışmaması nedeniyle göçmen ev işçileri evde yaşlı bakım işindeki yerini alıyor. Göçmen kadınları yatılı bakım işi için cazip kılan bir diğer neden ise hizmet işlerinde beklenen esnekliği sağlamaları. Hem çalıştıkları hem de gündelik yaşamlarını sürdürdükleri evlerde bakım verdikleri kişinin ihtiyaçlarını 24 saat karşılamaya hazır olmaları, bakım işinden arta kalan zamanlarda evi derleyip toplamaları, yemek pişirip bulaşıkları yıkamaları, çamaşırları katlamaları kısacası “çok iş yapıp az yorulmaları” bekleniyor. Göçmen kadınlar, iş rutinlerinin baktıkları yaşlı bireyin, uyanma, yemek yeme, ilaç alma, uyuma saatleri ve hastane kontrolleri ile diğer günlük rutinleri çerçevesinde oluştuğunu anlatıyor:

Ermenistan’dan gelen 62 yaşındaki Lidya “O rahatsızsa sen de rahatsızsın, o uyuyorsa sen de uyuyorsun. Biraz…hatta biraz değil de biz sanki onlara bağlı yaşıyoruz. Hayatın onlara uygun değilse dışarı bile çıkmıyoruz. Onlara uygunsa çıkıyoruz, hangi gün onlara uygunsa o gün çıkıyoruz” diyor. Lidya’nın ifadeleri ev ile iş, özel alan ile kamusal alan, çalışma yaşamı ile kişisel hayat arasındaki sınırların nasıl belirsizleştiğini ve işe ait olan tüm duygu, duygulanım ve etkileşimlerin çalışanın hayatının tümüne sirayet ettiğini ortaya koyuyor.

Bakım işinin gerçekleştirildiği evler aynı zamanda olumlu ya da olumsuz duygu, duygulanım ve iletişimlerin oluştuğu temas alanları. Bu mekanlardaki etkileşimlerin göçmen kadınların çalışma biçimlerine, iş ilişkilerine ve yaşamlarına farklı şekillerde ve boyutlarda yansımaları oluyor. Olumsuz temaslar ve iletişimler göçmen kadınlar için öfke, üzüntü, endişe, korku gibi duygular anlamına geliyor ve bunların “sindirilmesi” bir başka ifade ile bu olumsuz duyguların bedenlerinden atılabilmesi için gösterilen çaba işin “duygusal maliyetini” arttırıyor. Göçmen kadınlar, kendilerini değersiz, ötekileştirilmiş, görünmez, insan dışılaştırılmış hissetmelerine yol açan bu durumlar karşısında farklı baş etme stratejileri geliştirebiliyor. Evlerin içinde, göçmen kadınlar bakım verdikleri ya da işverenleri olan kişilerle olumlu ilişkiler de kurabiliyor. Sevgi, empati, saygı ve şefkate dayalı hane içi ilişkileri anlatan göçmen kadınlar, kendilerini “aileden biri” olarak tanımlıyor. Göçmen kadınlar olumlu ve destekleyici davranışların hayatlarındaki kolaylaştırıcı ve güven veren yanına da vurgu yapıyorlar.

Göçmen kadınların evde bakım işindeki deneyimlerini bu kısa yazı özelinde özetlemek gerekirse, çalışma yeri olarak evlerin ikircikli mekanlar olduğu ifade edilebilir. Bu evler, belirsiz çalışma saatleri ve esnek iş biçimleri ile göçmen kadınların hayatını kuşatan ve en iyi ihtimalle haftanın altı günü yaşlı bireyin yaşam rutini çerçevesinde göçmen kadının yaşamını hapseden alanlar. Bir diğer yandan ise dışarıya karşı koruyan, yakın ilişkiler sunan, kimi zaman özgürleştiren alanlar. Burada çalışma ve yaşam alanı olan evlerin koruyan ve yakın ilişkiler sunan yanını göçmen kadınların çoğunluğu için genellemenin, ev işlerinin denetimden uzak ve güvencesiz çalışma biçimleri olarak istihdam sektöründe yer aldığı sürece çok mümkün olmadığının altını çizmek isterim. Pasaporta el koyma, zorla alıkoyma, şiddet ve istismar gibi sömürüye dayalı ilişkiler ev içi istihdamda hala devam ediyor. Bu nedenle, göçmen kadınların çalıştıkları evlerdeki deneyimlerinin çeşitli ve karmaşık olduğunu vurgulamak gerekir. Söz konusu göçmen kadınların anlatıları, bazı evlerde koruyucu, destekleyici ve olumlu çalışma ortamlarının varlığını gösteriyor. Ev içi istihdam hukuki yaptırımlar ve denetlemeler ile düzenlenmediği sürece göçmen kadınların ifade ettiği gibi, iyi patron kötü patron ayrımına göre bu evlerin ikircikli yapısı devam edecektir.

Bakım işini devreden ve üstlenen kadınlar arasında, yerli-yabancı, vatandaş-göçmen ikiliğinin ötesine geçen bir dayanışma örmeye duyduğumuz acil ihtiyacın altını çizerek bitirmek isterim. 8 Mart’larda kadınların sokakta haykırdığı gibi “kurtuluş yok tek başına”! Bakım emeğinin ve bir işyeri olarak “ev”in kısıtlayıcı, yaralayıcı ve tahakküm ilişkilerini yeniden üreten yapısına karşı alternatif bakım örgütlenmesi üzerine daha çok düşünmemiz şart.

 

Kaynaklar

Akalın, A. (2007). Hired as a Caregiver, Demanded as a Houswife: Becoming a Migrant Domestic Worker in Turkey. European Journal of Women’s Studies 14(3), 209-225.

Özbay, F. (2015). Türkiye’de Ev Emeğinin Dönüşümü: Ondokuzuncu Yüzyıldaki Osmanlı Ev Kölelerinden Günümüzdeki Kaçak Göçmen İşçilere. A. Makal ve G. Toksöz (Ed.), Geçmişten Günümüze Türkiye’de Kadın Emeği (ss. 99-134). Ankara: İmge Kitapevi Yayınları.

Özyeğin, G. (2005). Başkalarının Kiri: Kapıcılar, Gündelikçiler ve Kadınlık Halleri. İstanbul: İletişim Yayınları

Parrenas R. S. (2015). Servants of Globalization: Migration and Domestic Work. 2.Baskı. California: Stanford University Press.

Rittersberger Tılıç, H. ve Kalaycıoğlu, S. (2017). Çocuk ve Yaşlı Bakıcıları: Enformal Sektördeki Kadınlar. S. Dedeoğlu ve A.Y. Elveren (Der.), Türkiye’de Refah Devleti ve Kadın (ss. 301-328). İstanbul: İletişim Yayınları

 

 

 

* Bu yazı, Bahçeşehir Üniversitesi Göç Çalışmaları yüksek lisans programında, Prof. Dr. Ulaş Sunata danışmanlığında, 16.01.2024 tarihinde savunduğum “Duygulanımsal Emeğin Bakım İşinde Çalışan Göçmen Ev İşçileri Bağlamında Değerlendirilmesi” başlıklı yüksek lisans tezime dayanmaktadır.

** Tezimde, Prof. Dr. Ulaş Sunata yürütücülüğündeki 121K295 kodlu “Pandemi Sonrası Göçmenlik Deneyimleri, Ev-İş Dinamikleri ve Hane İçi İlişkiler: Göçmen Ev İşçileri Örneği projesindeki veriler kullanılmıştır. Veri toplama süreci, projede yer alan diğer bursiyerler ile birlikte kolektif bir çalışma dahilinde gerçekleştirilmiştir.

***Gizem N. Ezme, İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisansını tamamladı. Yakın zamanda, “Duygulanımsal Emeğin Bakım İşinde Çalışan Göçmen Ev İşçileri Bağlamında Değerlendirilmesi” başlıklı tezi ile Bahçeşehir Üniversitesi Göç Çalışmaları yüksek lisans programından mezun oldu. 2017-2022 yılları arasında sivil toplum alanında özelikle mülteci çocuklar ve kadınlar ile çalışmalar yürüttü. 2021 yılında başlayan “Pandemi Sonrası Göç Deneyimleri, İş-Ev Dinamikleri ve Aile İçi İlişkiler: Göçmen Ev İşçileri Örneği” (TÜBİTAK 121K295) başlıklı projede bursiyer olarak yer aldı.

****Kapak görseli Josie Portillo'ya ait. https://www.synchronybank.com/blog/gloria-feldt-female-leadership/?UISCode=0000000 

*****GAR Blog'ta yayınlanan yazılarda görüşler bütünüyle yazarlara aittir, Göç Araştırmaları Derneği'nin görüşlerini yansıtmaz. 

Kaynak gösterme önerisi: Ezme, G. N. Umut ve Korku İkileminde Göç Yollarında Kadın Bakım İşçileri. GAR Blog. Mart 2024