Dünya Göçmenler Gününde Küresel Mutabakat Üzerine Yeniden Düşünmek
18 Aralık 2018
Deniz Şenol Sert & Gülay Uğur Göksel
18 Aralık Dünya Göçmenler Günü uluslararası kamuoyunun dünya çapında göçmen haklarını tanıdığı gün. Bu önemli günün hemen öncesinde, geçtiğimiz hafta Marakeş’te düzenlenen toplantıda, içerisinde Türkiye’nin de bulunduğu yaklaşık 150 ülke, Güvenli, Sistemli ve Düzenli Göç için Küresel Mutabakatını imzaladı. 17 Aralık’ta ise Küresel Mülteci Mutabakatı Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda kabul edildi.
Mutabakatların gerçekleşmesinde 2013 ve 2016 yıllarında düzenlenen BM Genel Kurulu Uluslararası Göç ve Kalkınma Üst Düzey Diyalog Toplantıları ve 2007 yılında başlatılan Küresel Göç ve Kalkınma Forumunun da katkıları var. Kısacası, uzun bir süreçten bahsediyoruz. Bu süreçte mültecilerin ve göçmenlerin korunmasını geliştirmek için tasarlanan bir dizi taahhüdü içeren New York Mülteci ve Göçmenler Deklarasyonu 19 Eylül 2016 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından kabul edildi. Bu bildiri uluslararası koruma rejimi ve sorumluluk paylaşımı konusunda iş birliğinin önemini vurgularken, hükümetlerin göçmen ve mülteci statüsündeki kişileri korumak ve güçlendirmek için küresel düzeyde, kapsayıcı mekanizmalar geliştirmeleri adına bir yol planı da çizdi. Bu bağlamda, deklarasyonu imzalayan 193 ülke iki yeni anlaşmanın kabul edilmesi için çalışmayı da taahhüt ettiler: Küresel Mülteci Mutabakatı ve Güvenli, Sistemli ve Düzenli Göç için Küresel Mutabakat (kısaca Göç Mutabakatı). Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) tarafından hükümetlere ve diğer aktörlere danışılarak geliştirilen ve 17 Aralık 2018 tarihinde BM Genel Kurulunda kabul edilen Küresel Mülteci Mutabakatı, mültecilere ev sahipliği yapan ülkelerin üzerindeki yükü hafifletmeyi; mültecilerin kendi ayakları üstünde durabilmesi için onları güçlendirecek mekanizmalar oluşturmayı; üçüncü güvenli ülkelere erişimlerini kolaylaştırmayı ve mültecilerin güvenli ve onurlu bir şekilde ülkelerine geri dönebilmesi için şartların iyileştirilmesi ilkelerini uluslararası platformda hayata geçirmeyi amaçlamakta. Küresel mülteci forumları ve platformları geliştirmeyi de hedefleyen Mülteci Mutabakatının hazırlık süreci, Göç Mutabakatı kadar tartışmalı ve göz önünde geçmedi. Bunun en önemli sebebi “mülteci” teriminin aksine “göçmen” teriminin uluslararası hukukta kesin bir anlam ifade etmemesi ve insan hakları sözleşmeleri kapsamında insan haklarına saygı duymanın ötesinde, üye ülkelerin göçmenlere yönelik belirli bir uluslararası yasal yükümlülüğü bulunmaması olarak açıklanabilir. Genel olarak, her iki belgenin de yasal olarak bağlayıcı olmasa da önemli siyasi taahhütler içermekte ve uluslararası toplumun göç hususunda daha fazla sorumluluk alabilmesinin yolunu açmakta olduğu düşünülüyor. Gerçekten öyle mi?
Göç Mutabakatı 23 ilkeden oluşmakta: Kanıta dayalı politikalara dayanarak doğru ve bölümlere ayrılmış verilerin toplanması ve bu verilerden yararlanılması; insanları menşe ülkelerinden ayrılmaya zorlayan ters etki yaratan etkenleri ve yapısal faktörlerin asgariye indirilmesi; göçün bütün aşamalarında doğru ve zamanlı bilginin temin edilmesi; bütün göçmenlere yasal bir kimlik ve uygun belgelendirme sağlanması; düzenli göç yollarının uygunluğunun ve esnekliğinin geliştirilmesi; insana yakışan işin temini için adil ve etik istihdam ile güvenlik koşullarının kolaylaştırılması; göçteki hassasiyetin ele alınması ve azaltılması; hayatların kurtarılması ve kayıp göçmenler için koordinasyonlu uluslararası girişimlerin oluşturulması; göçmen kaçakçılığına karşı uluslararası müdahalenin güçlendirilmesi; uluslararası göç bağlamında insan ticaretinin önlenmesi, ortadan kaldırılması ve insan ticaretiyle mücadele edilmesi; sınırların entegre, güvenli ve eşgüdüm içerisinde yönetilmesi; uygun izleme, değerlendirme ve yönlendirme için göç usullerinde kesinliğin ve öngörülebilirliğin güçlendirilmesi; göçmenlerin gözaltına alınmasının son çare tedbiri olarak kullanılması ve alternatif seçenekler üzerinde çalışılması; göç döngüsünde diplomatik koruma, yardım ve iş birliğinin artırılması; göçmenlerin temel sosyal hizmetlere erişimlerinin sağlanması; tam kaynaşma ve sosyal uyumun gerçekleşmesi için göçmenlerin ve toplumların güçlendirilmesi; ayrımcılığın bütün türlerinin ortadan kaldırılması ve göç algısını şekillendirmesi için gerçeklere dayalı kamu söyleminin desteklenmesi; becerilerin geliştirilmesi için yatırım yapma ve becerilerin, niteliklerin ve yeterliliklerin karşılıklı tanınmasını kolaylaştırma; bütün ülkelerde sürdürülebilir kalkınmaya tam katkı sağlamak için göçmenlere ve diasporalara yönelik koşulların oluşturulması; göçmenlerin finansal katılımlarının ve daha hızlı, güvenli ve ucuz işçi dövizi transferlerinin desteklenmesi ve geliştirilmesi; sürdürülebilir entegrasyonun yanı sıra güvenli ve insan onuruna yakışan geri dönüş ve geri kabulün kolaylaştırılmasında işbirliğinin sağlanması; kazanılmış hak ve sosyal güvenlik yardımlarının taşınabilmesine yönelik mekanizmaların oluşturulması; güvenli, usule uygun ve düzenli göçe yönelik uluslararası işbirliği ve küresel ortaklığın güçlendirilmesi.(1)
Tüm bu ilkelere baktığımızda, Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Avusturya, Brezilya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Dominik Cumhuriyeti, İsrail, İtalya, Letonya, Macaristan, Polonya, Slovakya ve Şili’nin Göç Mutabakatını imzalamaktan neden imtina ettiğini anlamak zor değil. Mutabakatın Birleşmiş Milletlerin küresel ortak bir göç rejimi geliştirerek ülkelerin dış egemenliklerini tehdit ettiği ve düzensiz göçü teşvik ettiği iddiaları bu ülkeler tarafından sıkça dile getirildi.
Öte yandan, Mutabakata sadece bu devletler eleştirel yaklaşmıyor. Hukuki açıdan değerlendirdiğimizde, Mutabakatın bağlayıcılığı olmayan ancak yol gösterici/rehber niteliği taşıyan bir belge olduğunu ve uygulanmasının tamamen devletlerin takdirinde bulunduğunu belirten Neva Övünç Öztürk, belgenin bir uluslararası sözleşme niteliği taşımadığı gibi göçmenliği bir temel hak olarak da düzenlemediğini açıklıyor. Öztürk’e göre “Mutabakat, bağlayıcı olmamasının yanında bir kez daha ve açıkça devletlerin ulusal göç politikalarını belirleme ve ülkesel sınırları içerisinde göç yönetimini şekillendirme konularının, devlet egemenliği ile ilişkili olduğunu da teyit etmekte ve içeriğinin çoğunlukla uluslararası göç hukukunda halihazırda var olan temel ilkelerin tekrarlanmasından ibaret olduğu anlaşılmakta. Mutabakat, uluslararası göç hukuku alanında yeni bir söylem ortaya koymamakta, yeni bir kural getirmemekte, yeni bir yükümlülük doğurmamakta ya da yeni bir hak yaratmamakta. Nitekim, Mutabakata dahil olan devletlerle olmayan devletler arasındaki farkın belirleyicisi, dahil olan devletlerin mutabakatı uygulama yönündeki istek ve çabaları olacak.”
Hukuki eleştirilerin yanında, Uluslararası Göçmenler İttifakından(2) Eni Lestari, dünyanın her yerinde göçmenlerin ihtiyacı olan şeyin, devletlerin, göçmenlerin zorunlu göçünü ve metalaşmasını sona erdirmek için taahhütte bulunması olduğunun altını çiziyor. Göç Mutabakatının neoliberal çerçeveye ve istikametine sadakatli bağlılığıyla, göçmenlerin istismarını, sömürüsünü ve baskısını devam ettirecek bir anlaşma olarak niteleyen Lestari, bağlayıcılığı olmayan bu belgenin yalnızca uluslararası göçün sterilize edilmiş bir resmini sunduğunu ve en kötüsü de kalkınma için göçü yönetmenin neoliberal gündeminin devam ettirdiğini savunuyor.
Uzun yıllardır göçmen ve mülteci hakları üzerine çalışan Cavidan Soykan ise, küreselcilik, özellikle de göç ve göçmen karşıtı sağ siyasetin hâkim olduğu bir dönemde olduğumuzu, Avrupa’nın bir kriz olarak nitelendirdiği 2015 “uzun göç yazı” sonrası açıkça ırkçı siyaset yapan radikal sağ partilerin oylarını arttırdığı zamanlardan geçtiğimizi hatırlatırken, belgenin ulus-devlet sisteminin sonucu ama aynı zamanda da en büyük sorunu olagelmiş göç konusunu uluslararası düzeyde bağlayıcılığı, devletler üzerinde yaptırım gücü olmayan bir işbirliği mutabakatı ile çözmeyi hedeflediğini belirtiyor. Soykan’a göre, “devletler egemenliklerinden insan hakları lehine taviz vermek istemiyor, ama sorun bir insan hakları sorunu, insanların denizde ya da karada sınır geçmeye çalışırken ölmemesi sorunu…” Göçmenlik ve mülteciliği bu kadar yapay bir şekilde birbirinden ayıran ve her zaman küresel olagelmiş uluslararası göç gibi bir konuyu devletlerin çıkarı doğrultusunda düzenlemeye çalışan bu girişimin etkili olacağını düşünmeyen Soykan, 2015 yazında sorun olarak görülen göçmenlerin çoğunun şimdi Batı Avrupa’da mülteci veya benzeri bir koruma statüsü sahibi olduğunun altını çizerken, bize konunun bir insan hakları sorunu olduğunu hatırlatıyor.
Tüm bu görüşlerin yanında mutabakatların hazırlık sürecine de değinmek gerekiyor. Göçmenleri ve mültecileri ilgilendiren böyle bir belgenin yazımında kendilerinin sürece erişimi ne kadar gerçekleşebildi? Hayattaki en büyük dertleri bir yasal bir statü alabilmek olan düzensiz göçmenlerin ya da mültecilerin sorunları ne ölçüde dinlenebildi? Sivil toplum ve yerel yönetimlerin bulunduğu bir toplantıda, BM temsilcisi orada bulunanları New York’a görüşlerini dile getirmeye davet ettiğinde, toplantı odasındaki kaç kişinin Amerika vizesi ya da pasaportu vardı acaba? Önümüzdeki günlerde, bunca toplantı sonucunda ortaya çıkan bu belgelerin insanların hayatlarına ne kadar dokunduğunu göreceğiz. Ve bu arada muhtemelen mültecilerin ve göçmenlerin dahil olamadıkları daha çok toplantı takip edeceğiz…
1 Belgenin gayri resmi çevirisi için bakınız: http://www.goc.gov.tr/files/files/k%C3%BCresel%20g%C3%B6%C3%A7%20mutabakat%C4%B1.pdf
2 Uluslararası Göçmenler İttifakı resmî web sayfası için bakınız: https://wearemigrants.net/